11 Temmuz 2012 Çarşamba

arka

yazmak ,özel
düşünmek, özel
sevmek de, özel

okumak, herkese
düşündürmek, herkese
ya sevilmek, ???

yazmadan
konuşmadan 
düşünmeden
e-d-e-m-i-y-o-r-u-m

kim suçlu
kim güçlü
ben mi acizim!
ben mi kırılganım! 

kuş, martı
çiçek, gül
içki, rakı
sen, ...




18 Mayıs 2012 Cuma

çekinen

gelirmiyim
yolu yok bulutlarda
acısı kokar ilkin

beklemek ki yorgun kaptan

ellerinde seyrü sefer
uykusu yok denizin

...

29 Mart 2012 Perşembe

inilti..

yarı uyku ,yarı toklukla
sermest olmuş 
seher vaktinde

saba'dan dem vurur
bakmışsın  tan eyler
uyanır gibi olur

dolar gözlerinde

minik gerilimlerdir
rahatsızlığın
yanakların ıslaklığında

tanrım ,sessizliğini 
duyur bana
yakarışımın ,
ince sesli yaylarına

ademoğlunun aklı 
uçup gitse de 
saba'dan

öylece,
pes dedirt 
neva'dan..




18 Mart 2012 Pazar

hep ,önce ,gitmiştim



Elleri kelepçeli kadınların
Yangın yeri kollarında evleri
Öyle umutsuz kapıdadır
Girdiğim en suskun yollar

Heyheyli çığırışları boğar
Başını merdiven boşluğuna sokmuş
İnce kedileri ,
(kuyrukları havada, götü aşağıda)

Mimarisi savaş kalıntısı ,antik mermilerden
En ilkeli de odur ,mermilerden
Merdivensiz ,boşluklu ,mermilerden
Evi ,merdiven boşluğu olan
Mermilerden

Kapısı aralık ,etek alacası yaprak dökmüş
Çatısı olmayan evim
Hangi çiçekle bezense ,hüzne çalar
Boşluğunda merdivenlerinin
İşte ben o ev ile merdiven boşluğunda
Tıkandı kaldı nefesim
Astımım da var ,
Sonunda onu da astım diyen de

Salıncaklar çok hızlı taşıtlardı
Silik hatıralarla kalmış defterimden
Göz ucumdan yıldız kayarca geçmişlerdi
Geçen insanları bindirmişti ,omuzlarında
Bense o ev ile merdiven boşluğu arasında
Kalakalırken ,
Gitmiştim...









12 Mart 2012 Pazartesi

tavanlı bir tabu üzre..

belki bilmek istemesek de ,biliyoruz ki
belirsiz bir sessizliğe gitmekteyiz
onca sesleri duymuş ve söylemişken
sessizliğe karşı hassasiyetimizin de geliştiği aşikar
hele ki sessizliği "duyulması gereken şey" olarak anlamaya çalışıyorsak
sesi sesten öte anlamaya bir yolculuk başlamıştır artık


ama bu şunu değiştirmez ki ,ilk olarak 
sessizlikten ne anladığımızla,
hemencecik kendimizde parçacıklar katmamızın
ilerde çetrefilli görüntüsünün altında 
masum denebilcek kadar katıksız olduğunu 
hep biliriz ,söylemekte hep çekimser kalırız..


bu çekimserliği ,utangaçlığıyla sırdaş bilen "insan"lar da vardır
gel-git'li korkularıyla ,acılarıyla ,hüzünleriyle..
hatta şarabın dibine  vururcasına ,gözyaşlarıyla


şu an'a kadar anlamadığım ,bundan sonra da anlayamayacağımı sandığım;
çekimserlikleri ,utangaçlıkları ,sesleri ,sessizlikleri
neyin nasıl olduğunu hiç bilmeden
akışına bırakmak yerine ,
işte o 'anlayamadığım' gürültüye(ya da her neyse ona) boğulmak istenmesi


ki kanımca korkumuzun tavanı ,yalnızlık tabusuna, ?!.


http://www.youtube.com/watch?v=0uzwUu20i_M



9 Mart 2012 Cuma

zerdüştün kökleri

bize öğretilenin ,olması gerekenin hep insanın içinde yaşattıklarıyla var olacağıydı.ama bu yaşatılanın da yaşayan olması koşulu da kendiliğinden geliyordu.hep aldanmıştık.hayallerimiz vardı.
hayaller...
yaşatmadan yaşayamazsın ama yaşattığın sadece kendinde yaşıyorsa.o zaman herkes tarafından öldürülen de o olmaz mı? elbette.yaşayanlar ,ölümün beşikleridir.doğmuş oldukları kadar temiz ,hayatları kadar karalanmıştır.
çiziklemeler...
aslında yarar atarsın gönlünün alt köşesinin sol dönemecinden..hiç bir dikiş ustası dahi kanatmadan açıp-kapatamaz.(hiç olmamış -yaşanmamış gibi ,yapamaz.)bakmışsın ki alttan üste çürümeler soldan sağa kokular gelmekte.ve her nefesinde içine girer gireeer ,çıkmak bilmez,
çıkaramazsın..
gülmek istediğimden olsa gerek ,gülücüklerinde boğulmak isterdim.her gülüşümde de utanırdım.içten içe ..kemirgen fare zehri vardı belki de.kendime kendim-- 
şimdi(çok ,çok önceleri) hüzünlü bakışında ardına sakladığın ellerini havaya sallar gibisin..ayrılık da sevdadan denmiş ama ,ben de diyorum ki yaşattıklarımız-öldürdüklerimiz adına , kökü olmayanın yaprağı da olmaz.köklerimde ,görünmeyenlerimde kal.
kal ki,
yaprak 
umutlarım olsun
utandığım
utancım olsun.


dede'nin ağzına sağlık
http://www.youtube.com/watch?v=Hd8BfoX07GQ

5 Mart 2012 Pazartesi

bir yer ,aranmadan

(bilinmeyen) bir yerden ,(bilinmez) bir yerlere ,gidiyoruz !
havalar da güzelleşmeye'dursun
anlamam hiç.
anlamadan gidiyoruz.


geldik mi?

4 Mart 2012 Pazar

(a)normal




 kendini normal ilan eden insanların yanında nedense suskunluğumun anormalliğe dönüştüğünü kabullenmek niyeti olmayan normallerde tek soru soramadığım bi durumu izah etmeyi borç bildim
kendimi normal ya da  anormal ilan edemeyecek kadar normal  bi cevabımın olmaması da bu borcu faizlendirir..
düşün dur...

yeşilmişik ,bi düşle hele


nice üstadlar geldi, geçti..nasibimiz ölçüsünde pay aldık ,alamadık..göründüler,bir resme çerçeve ,bir kuşa dal ,bir denize martı olarak belki de, gördük ,göremedik..eline gitarını yeni alıp ta notaların arasında tebessümane bir yüz ifadesi aramak gibi ,yoğun duygularda toplattık göz merceklerinin odağında..film şeritleri kadar ince ,uzunluğunu paha biçemediğimiz doğaç 'kareler'de yaşatmıştık ,ideallerimizi ,yaşanmışlıklarımızı ,içimizde kalanları ,kalmak ,bırakmak istediklerimizi...bazen aynı yerden başa sarmıştık ,bazen kendimizi sarmalamıştık ve bunu düşündükçe şaşırmıştık...
bilhassa ben'li biten fiilleri değil de ,biz'li bitenleri kullandım.(doğduğumdan) ,kendimi bilmeye başladıktan sonra ,sevgilerimizde ,hüzünlerimizde ,mutluluklarımızda ,acılarımızda gördüğüm .......(derin bir nefes,derin bir susku)
küçük bi istek,rica hepimize; ve tüm insanlığa..
bir enstrümanın telleri ya da boşluk yerleri kadar 'ben' , bütünü düşündüğümüzde ,tüm teller tüm boşluklarla ahenk sağlayacak kadar 'biz' olmamız dileğiyle..
sevgiyle ,
bir garip emrullah..

(http://fizy.com/#s/1333ct)

26 Şubat 2012 Pazar

martı seyri bir yaşam ,olsa

yaşamını ,yaşamın bir parçası olarak gör ,
o zaman
yaşadıkların
yaşayacakların
yaşayamadıkların
yaşayamayacakların


hepsi de,yaşamın


bu yaşamda ,öyle bir seyre dal ki
kulağın her sesi duysun ,
gözün her cismi görsün ,
ağzın her yemeği yesin,


yaşamını yaşamla doldur
yaşıyor olduğun yaşamınsa ,yaşıyorsun zaten
ya yaşamıyorsan..


yaşa, işte...


                                (eline su dökülmez usta, oruç aruoba)

10 Şubat 2012 Cuma

lapa lapa



-çok önce duymuştum.yazılası diye..


sessiz göz kapakları:
abartısız ılık soba sıcakılığı sağ yanağıma vurarak ,perde arkası(cam yok galiba,hissetmiyorum) kar yağışını izliyorum.eski ahşap binaların çürük çarık damlarındaki kiremitlerde birikmiş beyaz yığınlığı ,dans eden kar tanelerinin dans pistine dönüşmekte...


geometride iki nokta arası en yakın uzaklığa doğru adı verilmiş.bence de ,doğru..ama doğru bu doğru temellendirmesinde büyük bir ironi.neden mi? anlık izlenimim gereği açıklarsam eğer;
gözbebeğim ,perde arkası pusuluğunda görünen ,ilk anda göze kestirilen bir kar tanesi arasında en yakın uzaklık(doğru)..gitgide aşağı doğru eğiliyor.ki bu doğru'luk ,kendince doğrular arasında çelişkilerden, sonuca varmışsa (kesinlikle öyle) o doğrunun sadece ortalama uzaklığı doğrudur.bakıldığında(bakamayız, sadece hissedebiliriz) zikzaklar ,geriye dönüşler, durmalar....bunlar ,işte


doğru(ları)ma evlerin bacasından tütmeler ,giriş-gelişme-sonuç evreli varsayımların gelişme'lerinde sırıtır mahcup mahcup ,asıl utangaçlığı küsmek üzre çatık kaşlarında sonuca varamamasından..


ve her b'akışım mutluluğumun hüznü ,hüznümün mutluluğudur.


kabaca-dile dökülen:
dolu-dizgin bakışımdan ilk hangisini(mutluluk mu,hüzün mü) düşüncemede kalmamın değerli olacağı ,bu aralık içerisinde kısa salınımlar , gel(me)-git(me)lerde yer edinmiş, edinilmiş...


önce mutlu oldum diyelim, hüznü de kendiliğinden yerleşir dudaklara; diyelim ki hüzünlendim, mutluluğum yerleşir gözlerime.


mutlu bakarak hüzünlü konuşmaktır ,belki, hayat
hüzünlü konuşarak mutlu bakmaktır, belki..


"kar ve hayat"

9 Şubat 2012 Perşembe

sindirim



hangi düşünce anlaşılmamış
ya da
anlaşılmak istenilmemiş
ki bazen de
anlaması güç
ve de imkansız olması
düşüncesiyle birlikte


beynimin icre ,
yumak yumak
vahşi bir hayvanın-(çok aç)
avı 
aynı 
zamanda avcısı
birtürlü sürek'ten dönemedi
bekledi 
saatlerce günlerce
yıllarca


ama bitmedi işte,
o son olamamışların
tahribatı işlendi
acı gözlerine
aracısız 
bağlantılı .kopuk kopuk sordu


-kendin nerde 
,o,
 nerde?


son zamanlarında da
olduğu gibi
anladım ki
hep midemi sindireceğim
midemdeki sıvılarla
sindirileceğim


(yememe engel mide ağrılarım ,durun biraz.)

8 Şubat 2012 Çarşamba

yatarayak.



karanlıkta yürürken duraksadığın bir anda, aradığın şeyin üstünde durduğunun farkına bile varamazsın.gözlerin iyi seçer o karanlıkta herşeyi ama -o- aradığın olmadığı ,bulamadığın zaman hiçlik söz konusudur.oysa ki ,tam üstündesindir ,belki de -o- tam üstündedir (önemi yok)


orta tempoda-ne hızlı ne yavaş, tam ortası- ayak uydurmak istersin.öncesinin yorgunluğunu hissettiğinde miş'li geçmişliğinin hızlı geçmiş olduğunu anlarsın.şimdiki zamanın ve geleceğinin (yorgunluğu atma süreçsizliği) planlamalarına girşirsin (ki boş bir çabadır), bir sonraki miş'li geçmişini değerlendirdiğinde ,bu sefer ağırlaştırılmış- haddinden fazla- tempodadır.işte o, hızlı ve yavaş arasında keskin çizginin ,insan vücuduna bilhassa beynine akıttığı ,en büyük zaman zehri olduğunu ,hızlıdan yavaşa doğru ve tam tersi de, bunların ,en içe dönüklüğün karın ağrılarını çektiğin vakitlerde düşünürsün.-o- sana kendiliğnden gelir.(emin olun karın ağrısı çok fena şey)


farkında olmadığımın farkına vararak;
hızlı-çekim kuvveti zayıf düşüncelerin baş sarhoşluğu ile yavaş-çekim kuvveti güçlü düşüncelerin ezici açlığı arasında gidip gelememekten ,yeni çıkarımlarda bulunamamamın hüznü ket vurmakta hayallerime..

3 Şubat 2012 Cuma

başlık'sız

...08,09,10,11,12....
bir niçe(neitzsche) yaşar ,yaşandığıdır niçe olan -fakat yaşadığı   ..-di olan.

1 Şubat 2012 Çarşamba

masal kitabım..

doğum öncesi:
yarım(bile olmayan) aklımın yarısının dahi alamayacağı ,kıyısından köşesinden ilinti kurabileceği (belki de,) hikayeleri okumaktayım.tam olarak hikaye de değil ,masal denmekte.bana kalsa ,ne masal derdim ,ne de hikaye..
ben yahut biz, farkına vardım da üç çeşit yaşatabiliriz hikayelerimizi.yine hikaye dedim ,masala olacaktı.evet, biz diyordum, biz ,en azından birçoğumuz sadece okuyanlarız, izleyenleriz, duyanlarız fakat yaşayanı değiliz.okumakta, izlemekte olduğumuzu anlamlandırma bilincini en önemli sırada yaşayarak, arka planda ise yaşanmamış olanı ütopyamızda yaşatarak ya da yaşanmışlıklarımıza benzeterek anı-msanmışlıklar olarak belli ölçüde erişebiliriz.
-anlam deryasında bir katre-(çokanlamlılık)


doğum öncesi:
geçmişten süregelen bu dizin içerisinde kendi rolünü iyi oynayanlar ve senaryoyu iyi yazanlar arasındaki muhabbetin paylaşımı, tozlu raflara konmuştur.tozlu rafların diğer adının gönül rafları olduğu düşüncem ,çocukluğumun en iyi miraslarındandır.öyle bulurum ben.


doğum-azevveli(en uzun süreç):
neye göre kısa ,neye göre uzun ,
bişekilde izah edilmesi gereken birşeyin 
(yarım akılla') nasıl ,niçin olduğunun önemi
yarım olmayan diğer akılla ölçülebilir(berikisi ,ötekisi)
ama onu da anlamaya ,anlayana kadar,
yazılabilir karalamalarla ulaşma hevesi...




                                      teşekkürler ,bilge karasu                                                                       
                                                             saygıyla...

27 Ocak 2012 Cuma

etsem de ,

bilmediğimden midir nedendir ,bilinmez;
yapacağımızın oluruna bırakılması ,oluruna bırakılanın yapılacağı bahsine ,yapacağının dolayısıyla bırakacağının da olmadığını argüman alan ruh halimle ,uşşak makam dinleyerek bu yazıma dahil olmak isterdim.misal, "derya içre olup...."gerisini biliyorsunuz.yazılıyor kelime kelime(varabildiğince ,tümce tümce) ve o yazılan, yazılmak istenenin aynı-birebiri- olduğunu farzedersem ;
kalemin kağıttan ayrılması(ne yönlü olduğu okuyana bırakılmalı ,gibi) ama şeffaf bir çizgide buluşması kadar ikircikli okuyabilirim.-okumadığım, yazdığım-
buhran havalarının ,duyabildiğim kadarıyla,içsel yolculuğun özel davet zarfını cömertçe sunduğu kanısındayım.duyulan ve yaşananın sadece yaşanılan kısmının yaşanmış olması da kavram üzre altçizgi çektir(e)mez.aracı konumlu yer değiştirmelerin ,kendi adımların dışında hareketsizliği de anlaşılanın(veya anlaşılamayanın) katı duruşundan olsa gerek ki ,ketumluğu da aşikar.aslında bu durgunluğun geri ivmelenme süreci, eğer , başa dönersek;
yapılan-olan-bırakılan üçgeninden değil ,zaman diyalektiğinde ,belki de aynı doğru üzerinde sıralanması (3 boyutlu salınımından şüpheleniyorum) ile temellendirebilirim ya da çatılandırabilirim.


temel-çatı ...
kat be kat,
katlı

24 Ocak 2012 Salı

Zemheri Nar'ı

Nar alıyorum,
ortaya döküyorum.-bütün
orada bakakalıyorum,
bakmaya çalışıyorum.-bütün


sonra yaşanıl(ama)mışlıklarla,
ham meyvadaki keskin acıyı kokluyorum.-bütün
Nar olasım geliyor ;
görünen acı tek-bütün
görünmeyen umut sevisi-bütün
(saklanmışlığından güzellik kazınmış künyesine-bütün)


ve şarap şişesini parçalar gibi fırlatıyorum
elimden ok gibi fırlayan Nar.-bütün
şimdi görü.....bilirsiniz
ben ,biz, Nar'larımız-
BÜSBÜTÜN


(Uğur Mumcu ,Gaffar Okkan, İsmail Cem ve daha nicelerine, saygıyla...)

17 Ocak 2012 Salı

mutlak -(çarpık algılaşmalar üzre)

kavramların ,kavramlaştırılmış halinin kendi kavram boyutundan başka ,diğer kavramına kavuştuğu hakikati ,bir tür gereksinim gibi algılanamayacaksa eğer olanaklılık hakkında konuşabilirz.
somut olan şeylerin ,ki belirli formları kendi ölçeklenmişliklerinde iyi bir oranla mevcuttur(altın oran).
soyut olan-soyutsallaştırılmış somut kavramlar-ın öznelliği de birebir(o ve sen) etkileşiminden gelmektedir.
her etkileşim bir iz bırakmaktadır.an için belirli bir süreyi durmadan bölüp daha da küçültebiliriz.küçültülen süreciklerle etkileşim birlikteliği ,düşünme gereksiniminden uzak(düşüncesizlik demiyorum) hissedilebilir.
neye göre kime göre sorularını sormadan "arayışın kendisi hakikattir" diyerek ,kim olduğun ,ne olduğun -geçmiş ve gelecek zamanlı olmadan-kendinle iletişiminin en kutsal evresinde gerçekleşebileceğine inanabilirim.inanabilirim evet,bu da bir inançtır.
mutlak; olanaklıdır ,bir duyuma göre..
olanaklılığın olanaksız olma olanağı nedir peki?
(az olanaklı deme lütfuna erdiysen ,ya da az olanaksız)




algı -algılama hali -algılamada kalmalar;
önce okuyup sonra düşünme: sıralamadalar...


             cenk'e ,teşekkürle

8 Ocak 2012 Pazar

bu su hiç durmazmış :)





lütfen durma ,dışarı çık (*hava yağmurlu ,saat 14'ü geçti)
hep hava güneşli ,açık ve herkes dışarıda kalabalık halindeyken mi çıkacaksın.onların arasına karışıp yok (mu) olacaksın
su birikintilerine bakıyorum da ,şıp şıp, tane tane ve ardarda iz bırakmaktalar.bütün renkler havanın griliğinde birden matlaştı.artık hepsinin ince bir tabakası var.onları (hepimizi) saran ,koruyan.
sanki evlere aksiseda gelmiş, pencere arkalarından, şu an dinlediğim ve ortaçgilin deyimi üzre ''bu su hiç durmaz'' demesi; kendimizce yasaklar var ,dışarı ,yağmura kaçmalı ,yağmurla kalmalı.yasaklar var ,önümüzde de barajlar..evet sevgili ortaçgil ,bu su hiç durmaz...
yer ile kendim arasındaki çapraza paralel sulu sepkenin,bilakis hayatın sayfalara izdüşümünü yansıtması da parlaması da oldukça rengahenk.bir müddet iz bırakacak bu yağmurlar..sen de iz bırakacaksın.insanlar da iz bırakacaklar ama bilmeyecekler.sen de bildiğini zannedeceksin.iz olan şeyin iz bırakma ihtimalini düşünmek ..mesele de yağmura karışır gider böylece..
en özgür düşüncenle akmalısın ki çatılardan, ve orada yerçekimine karşı gelmenin azami gücünü öğr....kesinkez düşeceğini bilm...
daha ne bekliyorsun ,bekliyorum
çık yağmura kendi merdivenlerinle ,yağ ,yağmurla...


3 Ocak 2012 Salı

nisan doğaçlaması ,(biz Asaf'la oturur ,dertleşirdik)

derin bir giz saklıdır
her bilmecemde
ağlar gibi olurum
          çoğu zaman
her güldürmecemde...




                        Özlem ablama...

1 Ocak 2012 Pazar

insan beyinleri ve yüzleri üzre..

hapislenmiş düşüncelerin demir parmaklıklarına sahip olan beyin ile her türlü sıfata sahip tiyatrovari görünümlü yüz ,birbirine dik kesişmiştir..-bilinçaltları oluşmaya başlayalı
ayna karşısı sohbetlerimin tek mezesi ,konuşurken sıvazladığım sakallarım olabilir.neden mi bu böyle...
fazla düşünülmeden ,irdelenmeden bi yargıya varabilmekli sade bi üslub -belki de
erkek cinsiyetine mensup olduğumdan kelli böyle bir yazıya başlamaktayım.
her erkek(köse değilse) tıraş olur ,olmaz.yüzünde ne görmek istiyorsa ,istemeden de olması mümkün.
ilk cümleden ,dik kesişimli izdüşümümden bahsetmiştim.
ve sakalın binbir çeşit hali var ;top sakal ,keçi sakal ,bıyık ..bir de sakalsızlık.
peki düşünceler bu dikgenliğe dik kafalılık mı edecek ;sanmıyorum
volta atmakta her an,düşünceler..ve insan yaklaşımı da sakallara yaklaşır gibi yaklaşmaktadır bu düşüncelere;
istediği şekilleri vermekte ,kıl kökleri gibi görünümüne bürünüyor o an düşünceler -kendini saklama meraklarından olması gerekli olacak herhalde ki,
o düşüncelere de sakal gibi şekil vermek ,kimini kazımak ama kökte kaldığını bilerek ,bilmek istemeyerek ,ama o orda olduğunu bilerek.
bazıları vardır ,hiç şekil gerekmez .onlar kesilmez .salınır düşünceler her periyotta.
bazıları vardır ,top ,keçi gibi bi kısım odaları iyice kazınır.
hele ki bazıları vardır ,ayna gibidir.tertemiz!
temizlik: bütün hapislenmiş düşünceleri dışarda hissi verdirmeye tatminkar olmuştur 
neden mi dik kesişiyorlar 


bende öyle bir sakal...